10 Ağustos 2017 Perşembe

KURAN -98- (57) HADİD SURESİ TÜRKÇE ÖZÜ

(Bismillahirrahmanirrahim)
(her şeye) Yaratılmışlara sonsuz ve sınırsız lütuf, ihsan, rahmet bahşeden, rahmetiyle sayısız nimetler ihsan eden, merhameti ve rahmeti bol, kulluk edilmeye layık tek ilah Allah'ın ismi ile (yardımıyla) (başlanır)
(Aynı zamanda müşriklerin bir işe başlarken Allah yerine kendi ilahlarının adlarını zikretmelerine nispettir)

HADİD = Demir
29 Ayet - /İlâhi rahmetin tecellisi : Hz. Muhammed ve Kur'an/

TEVHİDİN GEREKÇESİ : KÂİNATTAKİ MUTLAK İLÂHİ HÜKÜMRANLIK
1-) Sebbeha lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard, ve huvel azîzul hakîm
*Sebbeha* li allâhi* mâ* fî es semâvâti* ve el ard,* ve* huve* el azîzu* el hakîm
-tesbih eder* Allah'ı* şeyler* semalarda* ve yerlerde* ve* O* azizdir* hakimdir
(Semalarda ve arzdaki herşey Allah’ı tesbih eder. Ve O; Azîz’dir, Hakîm’dir)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
1-Her şey O'nun mutlak hükümranlığı altındadır. Göklerde ve yerdeki her şey O'nu şanına lâyık ifadelerle yad eder. Kendisine ortak koşanları, elçisine iman etmeyenleri ve onun bildirdiği emirlere muhalefet edenleri gerekli şekilde cezalandırma kudretine sahiptir (Aziz'dir) Allah, kainattaki bütün varlıkların yaratıcısı ve mutlak hakimidir (Hakim'dir) 
2-) Lehu mulkus semâvâti vel ard, yuhyî ve yumîtu, ve huve alâ kulli şey’in kadîr
*Lehu* mulku* es semâvâti* ve el ard,* yuhyî* ve* yumîtu,* ve* huve* alâ* kulli* şey’in*  kadîr
-O'nundur* mülkü* semaların* ve yeryüzünün,* diriltir* ve* öldürür,* ve* O* ...e* her* şey(e)* kadirdir
(Semaların ve yeryüzünün mülkü O’nundur. Hayata getirir ve öldürür. Ve O, herşeye kadirdir)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
2-Göklerin ve yerin hakimiyeti O'ndadır. Mülk O'nundur. Bütün canlılara hayat veren O'dur, herkesin canını alacak olan da O'dur, yeniden diriltecek olan da O'dur. O, her şeyi mükemmel şekilde yaratıp hikmetle idare etmektedir. 
3-) Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın, ve huve bi kulli şey’in alîm
*Huve* el evvelu* ve el âhiru* ve ez zâhiru* ve el bâtın,* ve* huve* bi kulli şey’in* alîm
-O* evveldir* ve ahirdir* ve zahirdir* ve batındır,* ve* O* her şeyi* bilendir 
(O, evveldir (ilktir) ve ahirdir (sondur), zahirdir (alâmetleri varlıklarda görünendir) ve bâtındır (duyulardan uzak olan da olandır). Ve O, her şeyi en iyi bilendir.)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
3-O'nun varlığı her şeyden öncedir, hayata getiren ve her şeyden sonra baki kalacak olan O'dur. Alemeti varlıklarda görünen de O’dur, duyulardan uzak olan da O’dur. Kudreti ve ilmi sonsuzdur.(1) Ve O her şeyi en iyi bilendir. 
4-) AYETİN OKUNUŞU, KELİMELERİ, KARŞILIKLARI ve MEALLERİ
Huvellezî halakas semâvâti vel arda fi sitteti eyyâmin summestevâ alâl arş, ya’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ ya’rucu fîhâ, ve huve meakum eyne mâ kuntum, vallâhu bi mâ ta’melûne basîr
*Huve ellezî* halaka* es semâvâti* ve el arda* fi* sitteti* eyyâmin
-O ki* yaradan* gökleri* ve eyri* ...de/da* altı* gün(de)
(Gökleri ve yeri 6 günde yaratan O’dur)
* summe* estevâ* alâ* el arş,
-sonra* istiva etti* üzerine* arşın
(Sonra arşın üzerine kuruldu)
* ya’lemu* mâ* yelicu* fî el ardı* ve mâ* yahrucu* min-hâ* ve mâ* yenzilu* min es semâi* ve mâ* ya’rucu* fîhâ,
-bilir* şeyleri* giren* yerin içine* ve şeyleri* çıkan* ondan* ve şeyleri* inen* göklerden* ve şeyleri* göklere yükselen* 
(yerin içine giren ve yerden çıkan, göklerden inenleri ve göklere yükselen şeylerin hepsini bilir)
* ve huve* meakum* eyne* mâ kuntum,* ve allâhu* bi mâ*  ta’melûne* basîr
-ve O* sizinle beraberdir* nerede* olursanız olun* ve Allah* şeyleri* yaptığınız* en iyi görendir 
(Ve siz nerede iseniz O, sizinle beraberdir. Ve Allah, sizin yaptıklarınızı en iyi görendir)
TÜRKÇE ÖZÜ:
4-Yaşamanız için gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratıktan sonra geçip Arş'a kurulan O'dur. O, ölüp sonradan dirilttikleri başta olmak üzere yere ne girer yerden ne çıkarsa, gökten ne iner göğe ne yükselirse hepsini bilir. Nerede olursanız olun O, sizinle birliktedir ve gizli ve açık bütün davranışlarınıza kadar her şeyden haberdardır.(2) Allah, iyi veya kötü yaptığınız her şeyi görür, hesap gününde gerekli karşılığı verecektir.(3)
5-) Lehu mulkus semâvâti vel ard, ve ilâllâhi turceul umûr
*Lehu* mulku* es semâvâti* ve el ard, ve ilâ allâhi* turceu* el umûr
-O'nundur* mülkü* göklerin* ve yerlerin,* ve Allah'a* döndürülür* bütün işler
(Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Bütün her şey Allah’a dönecektir)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
5-Göklerin ve yerin hakimiyeti O'nun elindedir. Bütün her şey O'na arz edilir. Her şey nihayetinde O'na dönecek, herkes O'na hesap verecektir. 
6-) Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyl ve huve alîmun bi zâtis sudûr
*Yûlicu* el leyle* fî en nehâri* ve yûlicu* en nehâre* fî el leyl* ve huve* alîmun* bi zâti* es sudûr
-girdirir* geceyi* gündüzün içine* ve girdirir* gündüzü* gecenin içine* ve O* en iyi bilendir* herkesin* göğsünde saklıları (içinde sakladıklarını)
(Gece ve gündüzü iç içe sokandır ve O herkesin içinden geçenleri en iyi bilendir)
TÜRKÇE ÖZÜ:
6-Gece ve gündüzün iç içe girdiği şu muazzam kainat düzeni O'nun eseridir. O, sizin gizli ve açık her halinizi, içinizden geçenleri dahi bilmektedir.

SAVAŞ HAZIRLIĞI İÇİN MADDİ YARDIM YAPMAYAN MÜNAFIKLARA MESAJ
7-) Âminû billâhi ve resûlihî ve enfikû mimmâ cealekum mustahlefîne fîhi, fellezîne âmenû minkum ve enfekû lehum ecrun kebîr
*Âminû* bi Allâhi* ve resûli-hî* ve enfikû* mim-mâ* ceale-kum* mustahlefîne* fî-hi,*  fe* ellezîne* âmenû* min-kum* ve enfekû* lehum* ecrun* kebîr
-iman edin* Allah'a* ve resulüne* ve infak edin* o şeylerden* sizi kıldığı* vekil* o konu hakkında,* böylece* olanlar* iman etmiş* sizden* ve infak edenler* onlar için vardır* mükâfat* büyük 
(Allah’a ve O’nun Resûlü'ne îmân edin. Ve sizi vekil kıldığı o şeylerden infâk edin. Böylece sizden âmenû olup infâk edenler için büyük mükâfat vardır)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
7-Ey elçimize iman ettiğini söyleyen Medine'li münafıklar! Tevhide ve Muhammed'in peygamberliğine gönülden iman edin. Onun talimatı doğrultusunda düşmanla savaş hazırlığı yapmak için (4) Allah'ın sizlere bahşettiği mal varlığınızdan harcama yapın.(5) Eğer bu ilahi emre uyar ve gerçekten iman edip elçimizin emri gereği mali yardım yaparsanız bunun karşılığında ahirette büyük bir ödül sizin olacaktır. 
8-) Ve mâ lekum lâ tu’minûne billâhi, ver resûlu yed’ûkum li tu’minû bi rabbikum ve kad ehaze mîsâkakum in kuntum mu’minîn
*Ve mâ lekum* lâ tu’minûne* bi Allâhi,* ve er resûlu* yed’û-kum* li tu’minû* bi rabbi-kum*  ve kad* ehaze* mîsâka-kum* in* kuntum* mu’minîn
-Ve size ne oluyor ki* iman etmiyorsunuz* Allah'a,* ve resul'e* sizi çağıran* iman etmeniz için* rabbinize* ve ...(ol)mıştı* aldı / al(mıştı)* misakınızı / rızanızı (söz)* eğer* siz olmuşsanız* müminlerden  
(Ve size ne oluyor ki, Allah’a inanmıyorsunuz. Ve sizi Rabbinize îmân etmeniz için çağıran Resul'e. Eğer siz inananlardansanız Allah, sizin ağzınızdan söz / rızalığınızı (misakınızı) almıştı)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
8-Sizin neyiniz var ki Allah'a ve elçisine iman edip güvenmiyorsunuz? Vaktiyle elçimize iman ettiğinizi söyleyip onu her koşulda koruyacağınıza dair söz vermemiş miydiniz? 
9-) Huvellezî yunezzilu alâ abdihî âyâtin beyyinâtin li yuhricekum minez zulumâti ilân nûr, ve innallâhe bikum le raûfun rahîm
*Huve ellezî* yunezzilu* alâ* abdi-hî* âyâtin* beyyinâtin* li* yuhrice-kum* mine ez zulumâti* ilâ en nûr,* ve inne* allâhe* bi-kum* le* raûfun* rahîm
-o ki* indiren* üzerine* kulunun* ayetler* apaçık deliller* için* sizi çıkarmak* karanlıklardan* nura,* ve muhakkak* Allah* size* elbette* Rauftur* Rahimdir 
(Sizi şirk karanlıklarından tevhidin nuruna çıkarmak için kulu Muhammed'e vahiyle açık deliller, âyetler indiren O’dur. Ve muhakkak ki Allah, sizin için elbette Rauf’tur, Rahîm’dir)
TÜRKÇE ÖZÜ:
9-Sizi şirk karanlıklarından tevhidin nuruna çıkarmak için kulu Muhammed'e vahiyle açık deliller, âyetler indiren Allah'tır. Ve elbette Allah sizlere merhamet eden koruyup acıyandır.  Bu durum sizler için ilahi bir lutuf ve rahmettir.  
10-) AYETİN OKUNUŞU, KELİMELERİ, KARŞILIKLARI ve MEALLERİ
Ve mâ lekum ellâ tunfikû fî sebîlillâhi, ve lillâhi mîrâsus semâvâti vel ard, lâ yestevî minkum men enfeka min kablil fethi ve kâtele, ulâike a’zamu dereceten minellezîne enfekû min ba’du ve kâtelû ve kullen vaadallâhul husnâ, vallâhu bi mâ ta’melûne habîr
*Ve mâ lekum* ellâ tunfikû* fî sebîli Allâhi,* ve li allâhi* mîrâsu* es semâvâti* ve el ard,
-Ve size ne oluyor ki* infak etmiyorsunuz* Allah yolunda* Ve Allah'ındır* mirası* göklerin* ve yerin
(Ve size ne oluyor ki, Allah’ın yolunda infâk etmiyorsunuz? Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır)
* lâ yestevî* min-kum* men* enfeka* min kabli* el fethi* ve kâtele,
-bir değildir* içinizden* kim* infak ederse* önce* fetihten* ve savaştan,* 
(İçinizden, fetihten önce infâk eden ve savaşanlar bir değildir)
* ulâike* a’zamu* dereceten* min ellezîne* enfekû* min ba’du* ve kâtelû
-işte onlar* en yüksek* derecedendir* o kimselerden* infak edenler* daha sonra* savaştan
(İşte onlar, en yüksek derecedendir savaştan daha sonra infak eden o kimselerden
* ve kullen* vaade* allâhu* el husnâ, * ve allâhu* bi-mâ* ta’melûne* habîr
-ve hepsine* vaad etti* Allah* hüsna'yı* Ve Allah* şeylerden* yaptığınız* haberdar olandır
(Ve Allah, hepsine hüsna’yı vaadetti. Ve Allah, yaptıklarınızdan en iyi haberdar olandır)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
10-Sizin neyiniz var ki elçimize iman edip onun emriyle malınızdan harcama yapmıyorsunuz? Sahip olduğunuz her şeyin Allah tarafından verildiğini (6) ve Allah'ın kainatta bulunan her şeye hakim olduğunu, bu dünyada sonsuza kadar kalamayacağınızı, (7) ve ilahi emirlere uyup uymadığınız hususunda hesaba çekileceğinizi bilmiyor musunuz? Öyleyse nasıl olur da elçimizin mali yardım çağrısına icabet etmezseniz? Biliniz ki tevhit inancı müşriklere karşı muzaffer olmadan önce elçimizin çağrısına uyup  iman eden ve mallarından harcama yapanlar Allah katında savaştan sonra mali yardım yapanlardan derece olarak daha yüksektedirler ve Allah tarafından güzel bir şekilde ödüllendirilecektir. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.  
11-) Men zellezî yukridullâhe kardan hasenen fe yudâifehu lehu ve lehû ecrun kerîm
*Men za ellezî* yukridu allâhe* kardan* hasenen* fe yudâife-hu* lehu* ve lehû* ecrun* kerîm
-kim yaparsa* Allah'a borç vermeyi* kredi* güzel bir* o kat kat fazlasyla ödenir* ona* ve onun için vardır* mükafat* büyük
(Kim ki Allah’a (Allah için) güzel bir borç verir, o taktirde o (borç), ona kat kat ödenir. Ve onun için kerim ecir vardır)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
11-Eğer elçimizin emrine uyar ve düşmanla savaş için mali yardımda bulunursanız Allah bunun ödülünü sizlere katbekat verecek, sizi cennet ile ödüllendirecektir.

AHİRETTE MÜMİNLERİN ve MÜNAFIKLARIN DURUMU
12-) AYETİN OKUNUŞU, KELİMELERİ, KARŞILIKLARI ve MEALLERİ
Yevme terâl mu’minîne vel mu’minâti yes’â nûruhum beyne eydîhim ve bi eymânihim buşrâkumul yevme cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, zâlike huvel fevzul azîm
*Yevme* terâ* el mu’minîne* ve el mu’minâti* yes’â* nûru-hum* beyne* eydî-him* ve* bi*  eymâni-him
-o gün* görürsün* mümin erkekleri* ve mümin kadınları* koşarken* nurları* arasında* elleri* ve* ile* sağlarında* 
(O gün, mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün)
* buşrâ-kum* el yevme* cennâtun* tecrî* min tahti-hâ* el enhâru* hâlidîne* fî-hâ,
-sizin müjdeniz*o gün* cennetlerdir* akan* altından* nehirler* ebediyyen kalacağınız* orada
(O gün sizin müjdeniz, orada ebediyyen kalacağınız, altından nehirler akan cennetlerdir)
* zâlike* huve* fevzu* el azîm
-İşte bu* o* fevzu* el azimdir
(İşte bu, fevzül azîmdir (en büyük kurtuluştur))
TÜRKÇE ÖZÜ: 
12-Elçimize iman edip onun bildirdiği ilahi emirlere uyan kadın ve erkek bütün müminlerin mahşer gününde dünyadaki iman ve amelleri önlerini aydınlatacak, bu iman ve amellerinin mükafatını alacak, gönülleri huzur dolu olarak cennete girme (8) müjdesiyle karşılanacak ve içlerinde ırmakların çağıldadığı cennetlerde sonsuza kadar yaşayacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur.
13-) AYETİN OKUNUŞU, KELİMELERİ, KARŞILIKLARI ve MEALLERİ
Yevme yekûlul munâfikûne vel munâfikâtu lillezîne âmenûnzurûnâ naktebis min nûrikum, kîlerciû verâekum fel temisû nûrâ, fe duribe beynehum bi sûrin lehu bâbun, bâtınuhu fîhir rahmetu ve zâhiruhu min kıbelihil azâb
*Yevme* yekûlu* el munâfikûne* ve el munâfikâtu* li ellezîne* âmenû
-o gün* diyeceği* münafık erkek* ve münafık kadınların* o kimselere* amenü olan
(Münafık erkeklerin ve münafık kadınların, iman etmişlere diyecekleri o gün)
* unzurû-nâ* naktebis* min nûri-kum,
-"bizi bekleyin* bir parça alalım* nurunuzdan"* 
(“Bizi bekleyin, sizin nurunuzdan bir parça alalım.”)
* kîle* erciû* verâe-kum* fe* il temisû* nûrâ,
-onlara denecek* "dönüp* arkanıza* haydi artık* arayın* nur",
(“Haydi arkanıza dönün ve nur arayın artık” denecek)
* fe* duribe* beyne-hum* bi sûrin* lehu* bâbun,* bâtınu-hu* fî-hi* er rahmetu* ve zâhiru-hu* min kıbeli-hi* el azâb
-derken* yapılacak* onların arasına* sur (duvar)* onun var* kapısı,* iç kısmında* var* rahmet* ve dış kısmında* ondan önce* azap 
(Derken onların arasına, kapısı olan bir duvar çekilmiştir. Onun iç kısmında, orada rahmet ve onun dış tarafında, ondan (duvardan) önce azap vardır)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
13-Elçimize iman etmiş görünmelerine rağmen aslında tam olarak iman etmemiş, ikiyüzlü kadın ve erkek bütün münafıklar ise, o gün müminlerin iman ve amellerinin mükafatı olarak aldıkları ödüle heveslenecekler ve "Yüzümüze bakın da sizin nurunuzdan nasiplenelim, bize yardımcı olun!" diyeceklerdir. Ancak görevli melekler onları engelleyecek ve "Arkanıza dönüp ışık arayın artık! Madem bu mükafatı istiyordunuz, o zaman siz de müminler gibi peygambere iman edip ilahi emirlere itaat etseydiniz" (9) diyeceklerdir. Derken onlarla müminler arasına kapısının iç tarafında her türlü ikram dış tarafında ise azap olan bir sur (duvar) çekilecek.  
14-) AYETİN OKUNUŞU, KELİMELERİ, KARŞILIKLARI ve MEALLERİ
Yunâdûnehum e lem nekun meakum, kâlû belâ ve lâkinnekum fetentum enfusekum ve terabbastum vertebtum ve garratkumul emâniyyu hattâ câe emrullâhi ve garrakum billâhil garûr
*Yunâdûnehum* e* lem nekun* mea-kum,
-onlara seslenirler* "...mı* olmadık(mı)* sizinle beraber"*
(Onlara seslenirler: “Biz, sizinle beraber olmadık mı?”)
* kâlû* belâ* ve lâkinne-kum* fetentum*  enfuse-kum* ve terabbastum* ve irtebtum
-dediler* "Evet* fakat siz* fitneye düşürdünüz* kendinizi* beklediniz* ve şüphe ettiniz
((Onlar): “Evet, fakat siz kendinizi fitneye düşürdünüz, beklediniz ve şüphe ettiniz.)
* ve garrat-kum* el emâniyyu* hattâ* câe* emru allâhi*  ve garra-kum* bi allâhi* el garûr
-ve sizi aldattı* batıl şeyler* gelinceye* kadar* Allah'ın emri* ve sizi aldattı* Allah'a karşı* aldatanlar 
(Allah’ın emri (ölüm emri) gelinceye kadar emaniyye (batıl şeyler) sizi aldattı. Ve garur (aldatanlar, şeytan ve avaneleri), sizi Allah ile (Allah “Gafur’dur, Rahîm’dir, sizi affeder.” diyerek) aldattı.” dediler)
 TÜRKÇE ÖZÜ: 
14-Bunun üzerine münafıklar müminlere bakıp, "Biz dünyada sizinle birlikte değil miydik?" diyecekler, fakat şu cevabı alacaklardır: "Evet, görünüşte öyleydiniz ama siz kendinizi yaktınız. Sürekli bizi gözleyerek çıkarlarınıza göre tavır aldınız, Allah ve O'nun peygamberi hakkında şüpheye düştünüz gerçek anlamda iman etmediniz, şeytan kafanızdaki kuruntular yüzünden Allah'ın ölüm emri gelinceye kadar sizi aldattı. O çok aldatan şeytan sizi o kuruntular sayesinde "Muhammed Allah'ın peygamberi olmayabilir!" diye vesvese vererek sizi Allah ile aldattı."
15-) Fel yevme lâ yu’hazu minkum fidyetun ve lâ minellezîne keferû, me’vâkumun nâr, hiye mevlâkum, ve bi’sel masîr
*Fe* el yevme* lâ yu’hazu* min-kum* fidyetun* ve lâ* min ellezîne* keferû,* me’vâkumu* en nâr,* hiye* mevlâ-kum,* ve bi’se* el masîr
-Artık* o gün* alınmaz* sizden* fidye* ve istenmez* o kimselerden* kafirlerden de,* sizin sığınağınız* ateştir* o* dostunuzdur,* ve ne kötü* varış yeri
(Artık o gün, sizden bir fidye (bedel) alınmaz (kabul edilmez) ve kâfirlerden de. Sizin mevanız (sığınağınız) ateştir, sizin mevlânız (dostunuz) odur. Ve ne kötü varış yeri)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
15-Ey münafıklar! O gün artık sizin gibi münafıkların da, açıktan açığa inkarcılık yapanların da kurtuluş ihtimalleri yoktur. O gün hiç birinizden fidye veya karşılık istenmez. Varacağınız yer cehennemdir! Artık cehennem ateşinden başka dostunuz ve  sığınağınız yoktur. . Gerçekten de bu çok kötü bir sondur.

MÜNAFIKLARA UYARILAR
16-) AYETİN OKUNUŞU, KELİMELERİ, KARŞILIKLARI ve MEALLERİ
E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn
* E lem ye’ni* li ellezîne* âmenû* en tahşea* kulûbu-hum* li zikri allâhi* ve* mâ* nezele*  min el hakkı
-zamanı gelmedi mi* kimseler için* iman eden* huşu duyma* kalplerinin* Allah'ın zikri* ve* şeyle* inen* Hakktan
(Allah'ın zikri ve Hakk'tan inen şeyle iman eden kimseler için huşu duyma zamanı gelmedi mi
* ve lâ yekûnû* ke ellezîne* ûtû* el kitâbe* min kablu* fe* tâle* aleyhim* el emedu* fe* kaset* kulûbuhum
-ve olmasınlar* onlar gibi* verilen* kitap* önceden* böylece* geçince* üzerinden* uzun zaman* artık* katılaşan* kalpleri* 
(Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar)
* ve kesîrun* min-hum* fâsikûn
-çoğu* onların* fasıklardandır.
(Onların çoğu fasıklardandır)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
16-Bütün bu kıyamet uyarılarından sonra münafıklık yapanlar (10) artık bu davranıştan vazgeçmek ve elçimize vahyedilen Kur'an'a bütün kalpleriyle iman etmek için daha neyi bekliyorlar? Bunlar derhal samimiyetle iman etmeli; vaktiyle kendilerine ilahi emirleri bildiren peygamberlerin ardından kalpleri katılaşan ve bu emirlere karşı duyarsızlaşan İsrailoğulları (11) gibi davranmamaları gerekiyor. Zira o İsrailoğulları tevhitten uzaklaşmış ve ilahi emirlerin yolundan çıkmış kimselerdir. 
17-) İ’lemû ennellâhe yuhyil arda ba’de mevtihâ, kad beyyennâ lekumul âyâti leallekum ta’kılûn
*İ’lemû* enne* allâhe* yuhyi* el arda* ba’de* mevtihâ,* kad* beyyennâ* lekum* el âyâti* lealle-kum* ta’kılûn
-biliniz* olduğunu* Allah* hayat verip diriltir* yeryüzüne* sonra* ölümünden,* olduk* açıklamış* size* ayetleri* umulur ki böylece siz* akıl edersiniz 
(Allah'ın yeryüzüne de ölümünden sonra hayat verip diriltebilen olduğunu biliniz. (Böylece) âyetleri size açıklamış olduk. Umulur ki, böylece siz akıl edersiniz)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
17-Allah sadece insanlara değil ölümünden sonra toprağa bile yeniden hayat verir. Bu öğütlere uyar ve samimiyetle iman ederseniz, katılaşmış ve manen ölü gibi olmuş kalpleriniz imanla hayat bulacaktır. (12) O halde aklınızı kullanın ve bu ilahi öğütleri dikkate alın. 
18-) İnnel mussaddikîne vel mussaddikâti ve akradûllâhe kardan hasenen yudâafu lehum ve lehum ecrun kerîm
*İnne* el mussaddikîne* ve el mussaddikâti* ve akradû* allâhe* kardan* hasenen* yudâafu* lehum* ve lehum* ecrun* kerîm
-muhakkak ki* sadaka veren erkekler* sadaka veren kadınlar* ve kredi verenler*  Allah'a* borç* güzelce* kat kat fazlasıyla ödenir* onlara* ve onlar için vardır* mükafat* bol bol 
(Muhakkak ki, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ve Allah’a (Allah için) güzel borç verenler (sadakalar ve borçlar) onlara kat kat geri ödenir. Ve onlar için kerim ecir vardır)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
18-Unutmayın ki bu öğütleri dikkate alıp samimiyetle peygambere iman eden ve onun talimatı doğrultusunda mallarından harcama yapmaktan çekinmeyip her türlü fedakarlığı yapan kadın ve erkek herkes (13) bu davranışlarının ödüllerini Allah katında katbekat alacaktır. 
19-) AYETİN OKUNUŞU, KELİMELERİ, KARŞILIKLARI ve MEALLERİ
Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humus sıddîkûne veş şuhedâu inde rabbihim, lehum ecruhum ve nûruhum, vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm
*Ve ellezîne* âmenû* bi allâhi* ve rusuli-hî* ulâike* hum* es sıddîkûne* ve eş şuhedâu
-ve o kimseler* iman eden* Allah'a* ve O'nun resulüne* işte onlar* onlar* sıddık* ve şehitlerdir / şahitlerdir
(Ve, Allah’a ve O’nun Resûl’üne inananlar, işte onlar, onlar sıddıklardır ve şehitlerdir (şahitlerdir) )
* inde* rabbi-him,* lehum* ecru-hum* ve nûru-hum,* ve ellezîne* keferû* ve kezzebû* bi âyâti-nâ* ulâike* ashâbu* el cahîm
-katında* rablerinin* onların vardır* ecirleri* ve nurları,* ve o kimseler* inkar edenler* ve yalanlayanlar* ayetlerimizi* işte onlar* halkıdır* alev alev ateşin
(Rab’lerinin yanında onların ecirleri ve nurları vardır. Ve inkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cahîm (alevli ateş) halkıdır)
TÜRKÇE ÖZÜ:
19-Tevhide ve peygamberlere samimiyetle iman edenler (14) Allah katında gerçek sadakat sahibi, Allah'ın tekliğine şahitlik eden tevhit öncüleridir ve lâyık oldukları şekilde ödüllendirileceklerdir. (15) Tevhidi ve elçimize vahyettiğimiz Kur'an'ı inkâr edenler ise cehenneme atılacaklardır. 
20-) AYETİN OKUNUŞU, KELİMELERİ, KARŞILIKLARI ve MEALLERİ
İ’lemû ennemâl hayâtud dunyâ leibun ve lehvun ve zînetun ve tefâhurun beynekum ve tekâsurun fîl emvâli vel evlâd, ke meseli gaysin a’cebel kuffâre nebâtuhu summe yehîcu fe terâhu musferran summe yekûnu hutâmâ, ve fîl âhırati azâbun şedîdun ve magfiratun minallâhi ve rıdvânun, ve mâl hayâtud dunyâ illâ metâul gurûr
*İ’lemû* ennemâ* el hayâtu* ed dunyâ* leibun* ve lehvun* ve zînetun* ve tefâhurun*  beyne-kum* ve tekâsurun* fî el emvâli* ve el evlâd,
-biliniz ki* sadece* hayatının* dünya* oyun* eğlence* ve süs* ve karşılıklı övünme* kendi aranızda* ve çokluk*   mal* ve evlat
(Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, kendi aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir)
* ke* meseli* gaysin* a’cebe* el kuffâre* nebâtu-hu* summe* yehîcu* fe terâ-hu* musferran* summe* yekûnu* hutâmâ,
-gibidir* onların durumu* yağmur* hoşuna giden* çiftçinin* ekini için* sonra* kurur* onu görür* sararmış* sonra* olur* çer çöp  
(Onların durumu tıpkı yağmurla yeşeren ve çiftçiyi sevindiren bitkilerin bir süre sonra sararıp solması ve kuru saman ve çer çöp haline gelmesi gibidir
* ve fî el âhırati* azâbun* şedîdun* ve magfiratun* min allâhi* ve rıdvânun
-ve ahirette* azap* şiddetli* ve mağrifet* Allah'ın* ve rızası*
(Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır)
* ve mâ* el hayâtu* ed dunyâ* illâ* metâu* el gurûr
-ve değildir* hayatı* dünya* ...dan başka* meta(dan başka)* aldatıcı
(Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
20-Biliniz ki sizin gibi inkarcıların yaşadığı dünya hayatı; (16) ilahi emirlerin rehberliğinde yaşanmadığı için bir tür oyun, eğlence, süs, gösteriş, büyüklük taslamak, servet biriktirmek ve soy sop hırsından ibarettir. Bütün bunlar tıpkı yağmurla yeşeren ve çiftçiyi sevindiren bitkilerin bir süre sonra sararıp solması ve kuru saman haline gelmesi gibidir. Oysa ahiret hayatı sonsuzdur. Orada sizi, ilahi emirlere uyup uymadığınıza bağlı olarak bekleyen karşılık ya ağır bir azaba uğramak ya da ilahi mağrifete ve rızaya nail olup cennete girmektir. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.(17) 
21-) Sâbikû ilâ magfiratin min rabbikum ve cennetin arduhâ ke ardıs semâi vel ardı uıddet lillezîne âmenû billâhi ve rusulihî, zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâu, vallâhu zûl fadlil azîm
* Sâbikû* ilâ magfiratin* min rabbi-kum* ve cennetin* arduhâ* ke* ardı* es semâi* ve el ardı* uıddet* li ellezîne* âmenû* bi allâhi* ve rusuli-hî,
* zâlike* fadlu* allâhi* yu’tî-hi* men* yeşâu,* ve allâhu* zû* el fadli* el azîm
-yarışın* mağrifetine* rabbinizin* ve cennete* onun genişliği* kadardır* genişliği* gökyüzü* ve yeryüzü*  hazırlanan* onlar için* iman edenler* Allah'a* ve O'nun resulüne
* işte bu* lutfudur* Allah'ın* onu verir* kimselere* dilediği* ve Allah* sahiptir* büyük* lutfa  
(Rabbinizin mağfiretine  ve genişliği, yeryüzü ve gökyüzünün genişliği kadar olan, Allah’a ve O’nun Resûl’üne inananlar için hazırlanmış olan cennete (kavuşmak için) yarışın. İşte bu, Allah’ın lutfudur. Onu dilediği kimselere verir. Ve Allah, büyük lutuf sahibidir)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
21-O halde bu durumdan ders alın ve rabbinizin mağrifetine nail olmak, tevhide (18) ve peygamberlere iman edenler için hazırlanmış muazzam cennet bahçelerine sahip olmak için gerekli olan şeyi yapın, yani bir an önce tevhide ve Allah'ın peygamberine samimiyetle iman edin, ilahi emirlere uygun olarak yaşayın. Eğer bunu yaparsanız, Allah'ın bahşedeceği büyük mükafata nail olursunuz. Zira Allah gerçek müminlere karşı çok lutufkardır. 
22-) Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebraehâ, inne zâlike alâllâhi yesîr
*Mâ* esâbe* min musîbetin* fî el ardı* ve lâ* fî enfusi-kum* illâ* fî kitâbin* min kabli* en nebrae-hâ, * inne* zâlike* alâ allâhi* yesîr
-yoktur ki* isabet eden* bir musibet* yeryüzünde* ve yoktur* kendi nefislerinizde* ...den başka (olmamış olsun)* kitapta (Levh-i Mahfuz’da)* önce* onu yaratmamızdan
* Şüphesiz* işte bu* Allah'a* kolaydır 
(Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmamızdan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. 
Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır)
TÜRKÇE ÖZÜ:
22-Dünya hayatında başınıza çeşitli musibetlerin geldiğini; hastalık, kuraklı vb. birçok afete maruz kaldığınızı biliyoruz.  Bütün bunlar ezelden beri Allah'ın sonsuz ilminde mevcutur. Bu Allah için hiç de zor değildir. 
23-) Li keylâ te’sev alâ mâ fâtekum ve lâ tefrahû bi mâ âtâkum, vallâhu lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr
*Li key lâ* te’sev* alâ* mâ* fâte-kum* ve lâ tefrahû* bi-mâ* âtâ-kum,* ve allâhu* lâ yuhıbbu* kulle* muhtâlin* fehûr
-olmasın* üzülmeniz* üzerine* şeyin* elinizden çıkan* ve şımarmayasınız* şey sebebiyle* size verilen* ve Allah* sevmez* hiçbirini* böbürlenip* çok övünenlerin
(Sizin elinizden çıkan şey için üzülmeyesiniz ve size verilen şeyler sebebiyle şımarmayın.  Ve Allah, böbürlenen ve çok övünenlerin hiçbirini sevmez)
TÜRKÇE ÖZÜ:
23-O halde elinizde olmayan kayıplardan ötürü eyvah etmeyin! Kendi başarınız olmayan kazançlardan dolayı da şımarmayın. Allah, kendini bir şey zannedip böbürlenip övünen hiç kimseyi sevmez.
24-) Ellezîne yebhalûne ve ye’murûnen nâse bil buhli, ve men yetevelle fe innellâhe huvel ganiyyul hamîd
*Ellezîne* yebhalûne* ve ye’murûne* en nâse* bi el buhli,* ve men* yetevelle* fe* inne* allâhe* huve* el ganiyyu* el hamîd
-Onlar ki* cimrilik ederler* ve emrederler* insanlara* cimriliği* ve kim* yüz çevirirse* bilsin * muhakkak ki* Allah* Gani'dir* Hamid'dir 
(Onlar ki cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler. Ve kim (Allah'a) yüz çevirirse, bilsin ki Allah, hiçbir kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayacak zenginliktedir ve tek övülmeye layık olandır)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
24-Sakın elçimizin emri gereğince malınızdan infak etmekten geri durmayın. Unutmayın ki Allah bu tür durumlarda cimri davrananları, kendileri gibi başkalarının da ilahi emre uyup mali yardımda bulunmasını engellemeye çalışan münafıkları sevmez. Kaldı ki Allah onların mallarına muhtaç olduğu için kendilerinden maddi yardım istiyor değildir. Eğer bu ilahi emirlere uyarlarsa kendileri kazançlı çıkacaklardır, zira Allah, kulluk ve itaate layık yegane kudrettir. 

TARİH BOYUNCA GÖNDERİLEN PEYGAMBERLER ve İSRAİLOĞULLARI'NIN TUTUMU

25-) AYETİN OKUNUŞU, KELİMELERİ, KARŞILIKLARI ve MEALLERİ
Lekad erselnâ rusulenâ bil beyyinâti ve enzelnâ meahumul kitâbe vel mîzâne li yekûmen nâsu bil kıst(kıstı), ve enzelnâl hadîde fîhi be’sun şedîdun ve menâfiu lin nâsi ve li ya’lemallâhu men yansuruhu ve rusulehu bil gayb(gaybi), innallâhe kavîyyun azîz
*Lekad* erselnâ* rusule-nâ* bi el beyyinâti
-andolsun* biz gönderdik* resullerimizi* açık deliller ile
(Andolsun ki resûllerimizi açık delillerle gönderdik)
* ve enzelnâ* mea-hum* el kitâbe* ve el mîzâne* li yekûme* en nâsu* bi el kıst,
-ve indirdik* onlarla beraber* kitap* ve mizan* yerine getirsinler* insanlara* adaleti*
(ve onlarla beraber kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar arasına adaleti yerine getirsinler)
* ve enzelnâ* el hadîde* fî-hi* be’sun* şedîdun* ve menâfiu* li en nâsi
-ve indirdik* demir* içinde bulunan * sertlik* şiddetli* ve menfaat var* insanlar için
(Ve içinde şiddetli bir sertlik bulunan demiri indirdik, onda insanlar için menfaat var)
* ve li ya’leme* allâhu* men* yansuru-hu* ve rusule-hu* bi el gayb,
-belli olsun* Allah'a* kimseler* yardımcı olan* ve O'nun resullerine* gaybda
(Allah'a ve O'nun resullerine gıyaben yardımcı olan kimseler belli olsun diye
* inne* allâhe* kavîyyun* azîz
-Muhakkak ki* Allah* Kavi'dir* Aziz'dir
(Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
25-Elçimiz Muhammed'den önce de nice peygamberler gönderdik,onların peygamber olduklarını gösteren çeşitli deliller ortaya koyduk ve insanlara tevhidi anlatsınlar, aralarında adaleti sağlasınlar diye onlara ilahi mesajları vahyettik. Ancak birçok kimse peygamberleri yalanlayıp onlara düşmanlık etti. Biz de peygamberler ve müminler, düşmanları karşısında kılıç kuşanıp savaşsınlar diye demiri yarattık ki tevhide ve elçilerimize sadakatle iman eden ve destek veren müminler açıkça belli olsun, yeryüzünde alınları ak rahatça gezebilsinler! Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
26-) Ve lekad erselnâ nûhan ve ibrâhîme ve cealnâ fî zurriyyetihimân nubuvvete vel kitâbe fe minhum muhtedin, ve kesîrun minhum fâsikûn
*Ve lekad* erselnâ* nûhan* ve ibrâhîme* ve cealnâ* fî* zurriyyeti-himâ* en nubuvvete* ve el kitâbe* fe* min-hum* muhtedin,* ve kesîrun* min-hum* fâsikûn
-ve andolsun* biz gönderdik* Nuh* ve İbrahim* Biz onların kıldık* ...de* ikisinin(de) zürriyetlerini* peygamberlikle* ve kitapla* Böylece* onlardan* hidayete erenler de* ve çoğu* onlardan* fasık olanlar da oldu
(Andolsun, biz Nûh’u ve İbrahim’i peygamber olarak gönderdik. Peygamberliği ve kitabı onların soylarına da verdik. Onlardan kimi doğru yola ermiştir, ama içlerinden birçoğu da fasık kimseler oldu
TÜRKÇE ÖZÜ: 
26-Benzer şekilde Nuh, ibrahim ve onların soyundan Hud, Salih, İsmail, İshak gibi peygamberleri toplumlarına elçi olarak gönderdik ve ilahi mesajlar vahyedip kitap verdik. Ancak o soydan gelenlerin bir kısmı bu peygamberlerin anlattıkları tevhit mesajına bağlı kalırken diğerleri bu yoldan çıkmış ve ilahi emirlere isyan etmişlerdi.  
27-) AYETİN OKUNUŞU, KELİMELERİ, KARŞILIKLARI ve MEALLERİ
Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi îsâbni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînettebeûhu ra’feten ve rahmeten, ve rahbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illâbtigâe rıdvânillâhi fe mâ raavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynâllezîne âmenû minhum ecrahum, ve kesîrun minhum fâsikûn
*Summe* kaffeynâ* alâ âsâri-him* bi rusuli-nâ
-sonra* ard arda gönderdik* onların izlerinden* resullerimizi
(Sonra onların izinden resûllerimizi ardarda gönderdik)
* ve kaffeynâ* bi îsâbni meryeme* ve âteynâ-hu* el incîle
-ve ardlarından gönderdik* Meryem oğlu İsa'yı* ve ona verdik* İncil
(Ve bunların ardından da Meryem oğlu İsa'yı gönderip ona İncil'i verdik
* ve cealnâ* fî kulûbi* ellezîne* ittebeû-hu* ra’feten* ve rahmeten,
-ve biz kıldık* kalplerine* onların* ona tabi olanların* şefkat* ve merhamet 
(Ve biz ona tabi olanların kalplerini şefkat ve merhamet duygusuyla doldurduk
* ve rahbâniyyeten* ibtedeû-hâ* mâ ketebnâ-hâ* aleyhim* illâ* ibtigâe* rıdvâni* allâhi
-ve ruhbanlık* ihdas ettiler* farz kılmadığımız halde* onların üzerine* ...tan başka* aramak(tan başka)* rızasını* Allah'ın
(Onlarsa üzerlerine Allah'ın rızasını aramaktan başka bir şey farz kılmadığımız halde İsa'ya ruhbanlık tesis ettiler)
* fe*mâ raav-ha* hakka* riâyeti-hâ,
-oysa* ona da etmediler* hakkıyla* riayet
(Oysa ona da hakkıyla uymadılar etmediler
* fe* âteynâ* ellezîne* âmenû* min-hum* ecra-hum
-O zaman* verdik* onlardan* amenü olanların* onların* mükafatlarını 
(O zaman biz de içlerinden iman etmişlere mükâfatlarını verdik)
* ve kesîrun* min-hum* fâsikûn
-ama çoğu* onların* fasık kimselerdi
(Ama onların çoğu Allah'ın emirlerini tanımayan fesatçı kimselerdi
TÜRKÇE ÖZÜ: 
27-Bunun üzerine onlara yine Musa, İlyas, Davud, Süleyman ve Yunus gibi (19) nice peygamberler gönderdik ve neticede Meryem oğlu İsa'yı gönderip kendisine İncil'i vahyettik. Ona iman edenlerin kalplerini sevgi, şefkat ve merhametle doldurmuştuk. Daha sonraları bu inancı sürdürenler, herhangi bir ilahi emre dayanmaksızın, sırf Allah rızasına nail olabilmek için dünya hayatından uzaklaşmak şeklinde ruhbanlık denen bir gelenek icat ettiler, fakat ona da hakkıyla riayet etmeyip bunu dünyevi kazanç sağlamak, makam ve mevki elde etmek gibi amaçlara alet etmeye başladılar. (20) Neticede tevhide ve peygamberlerin bildirdiği ilahi mesajlara samimiyetle iman edenlere ödüllerini elbette verdik. Ancak elçimiz Muhammed'i tanıdıkları halde ona iman etmeyen İsrailoğulları gibi geçmişte birçokları bu tevhitten uzaklaşmıştı. (21) Onların çoğu Allah'ın emirlerini tanımayan fesatçı kimselerdi.
28-) Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve âminû bi resûlihî yu’tikum kifleyni min rahmetihî ve yec’al lekum nûran temşûne bihî ve yagfir lekum, vallâhu gafûrun rahîm
*Yâ eyyuhâ* ellezîne âmenû* ittekû allâhe* ve âminû* bi resûli-hî* yu’ti-kum* kifleyni* min rahmeti-hî* ve yec’al* lekum* nûran* temşûne* bi-hî* ve yagfir* lekum,* ve allâhu* gafûrun* rahîm
-eyyy* iman edenler* Allah'a karşı takva sahibi olun* ve iman edin ki* O'nun resulüne* size versin* iki kat* rahmetinden* ve versin* sizin için* nurundan* yürüyebileceğiniz* kendisiyle* ve mağrifet etsin* sizin için* Allah* Gafur'dur* Rahim'dir
(Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve peygamberine iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve size mağrifet etsin (sizi bağışlasın). Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
28-Ey geçmişteki peygamberlere inanan Ehl-i kitap! (22) Elçimiz Muhammed'e iman ediniz ve onun bildirdiği ilahi emirlere uygun yaşayınız ki Allah da bu davranışınızın karşılığında sizi merhametinden bolca nasiplendirsin! Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur verip ahirette mükafatınızı katbekat arttırsın ve sizlere mağrifetiyle muamele edip günahlarınızı bağışlasın! Eğer böyle yaparsanız Allah sizler için çok bağışlayıcı ve merhametli olacaktır.
29-) Li ellâ ya’leme ehlul kitâbi ellâ yakdirûne alâ şey’in min fadlillâhi ve ennel fadle bi yedillâhi yu’tîhi men yeşâu, vallâhu zûl fadlil azîm
*Li ellâ ya’leme* ehlu el kitâbi* ellâ yakdirûne* alâ şey’in* min fadli allâhi* ve enne* el fadle* bi yedi allâhi* yu’tî-hi* men yeşâu,* ve allâhu* zû* el fadli* el azîm
-bilsinler* kitap ehli* güç yetiremeyeceklerini* hiçbir şeye* Allah'ın lutfundan* ve olduğunu* lutfun* Allah'ın elinde* onu vereceğini* dilediği kimseye* Ve Allah* sahiptir* lutfa* büyük
(Kitap ehli, Allah’ın lütfundan hiçbir şeyi kendilerine has kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini ve lütfun, Allah’ın elinde olduğunu, onu dilediği kimseye vereceğini bilsinler. Allah, büyük lütuf sahibidir)
TÜRKÇE ÖZÜ: 
29-İşte elçimiz Muhammed'e iman edenlere vereceğimiz bu muazzam müjdeyi böyle açıklıyoruz ki kendilerini diğer insanlardan üstün gören ve elçimiz sırf kendi soylarından olmadığı için onu inkar eden İsrailoğulları, peygamberliğin ve ilahi dinin kendi tekellerinde olmadığını, Allah'ın dilediğini peygamber seçeceğini, Muhammed'i de peygamber olarak gönderdiğini, Allah'ın büyük lütuf sahibi olup ona inananları cennetle ödüllendireceğini, inanmayanları ise cehennemle cezalandıracağını iyice bilsinler! (23)

(1) (bkz.Kurtubi) 
(2) (bkz.Kurtubi) 
(3) (bkz.Taberi)
(4) (bkz.Cabiri) 
(5) (bkz.Taberi) 
(6) (bkz.Zemahşeri)
(7) (bkz.Kurtubi) 
(8) (bkz.Kurtubi) 
(9) (bkz.Kurtubi) 
(10) (bkz.Mukatil, Maverdi, Razi) 
(11) (bkz.Taberi) 
(12) (bkz.Maverdi, Zemahşeri, Razi) 
(13) (bkz.Maverdi) 
(14) (bkz.Taberi) 
(15) (bkz.Razi)
(16) (bkz.İbnü'l-Cevzi) 
(17) Kafir = Arapça'da "bir şeyin üstünü örten" demektir. "Küfr" kelimesinden türetilmiştir. "Gerçeklerin üstünü örten" anlamında kullanıldığı gibi "toprağa atılan tohumun üstünü örten" anlamında (el küffar) "çiftçi" olarak da kullanılır.
(18) (bkz.Mukatil) 
(19) (bkz.Kurtubi) 
(20) (bkz.Kurtubi) 
(21) (bkz.Kurtubi) 
(22) (bkz.Taberi) 
(23) (bkz.Taberi, Razi)

(Surelerin Türkçe özü için, Sayın Hasan Elik ve Sayın Muhammed Coşkun hocalarımızın ilmine ve onların "İndirildiği Dönemin Işığında Kur'an Tefsiri - Tevhit mesajı" isimli muhteşem eseri ile Sayın Abdülaziz Bayındır hocam ile Sayın Hakkı Yılmaz hocalarımın ilimlerine minnettarım)

Diğer sureler için link;